Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

BAHÇEYAKA/TÜRKİYE DAVASI

74463/01

Strazburg

13 TEMMUZ 2006

Bu karar AİHS’nin 44 § 2 maddesinde belirtilen şartlarda kesinlik kazanacaktır. Ancak, üzerinde şekle ilişkin değişiklik yapılabilir.

Dava, Feriştah Bahçeyaka (“başvuran”) isimli Türk vatandaşının, 8 Haziran 2001 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Hürriyetlerin Korunması Sözleşmesi’nin (“Sözleşme”) 34. maddesine dayanarak Türkiye Cumhuriyeti aleyhine AİHM’ye yaptığı başvurudan (no. 74463/01) kaynaklanmaktadır.

OLAYLAR

Başvuran 1958 doğumludur ve Almanya – Wesel’de ikamet etmektedir. 12 Şubat 1980 tarihinde, başvuran ve eşi, bir Alman bankasında ortak hesap açtırmıştır. Belirli olmayan bir tarihte, başvuranın eşi, başvuranın rızası olmaksızın, ortak hesaplarındaki bütün parayı çekmiş ve bir Türk bankasına yatırmıştır. 23 Ekim 1992 tarihinde, başvuran, eşinin ortak hesaplarından çektiği paranın yarısını alabilmek için Aydın Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açmıştır. 14 Eylül 1999 tarihinde, Aydın Asliye Hukuk Mahkemesi, başvuranın davasını, başvuran iddiasını kanıtlayamadığından dolayı reddetmiştir. Mahkeme, başvuranın, paranın çekildiğini gösteren makbuzlar gibi, iddialarını destekler nitelikte hiçbir banka belgesi ortaya koyamamasını gerekçe göstermiştir. Ayrıca, altı yıllık saklama süresinin ardından banka tarafından muhafaza edilen belgelerin tahrip edildiğini ve dolayısıyla, başvuranın iddialarında haklı olduğu sonucunun çıkarılabileceği hiçbir belge bulunmadığını da not etmiştir. Başvuran, 27 Aralık 1999 tarihinde temyize gitmiştir. 5 Nisan 2000 tarihinde, Yargıtay, başvuranın temyiz başvurusunu reddetmiştir. Başvuranın eşinin, ortak hesaplarından tüm parayı çektiğini ve başka bir banka hesabına yatırdığını kanıtlayamadığını belirtmiştir. 16 Kasım 2000 tarihinde, Yargıtay, başvuranın karar düzeltme talebini reddetmiştir. 15 Aralık 2000 tarihinde, Yargıtay kararı, başvurana tebliğ edilmiştir.

HUKUK

I.AİHS’NİN 6 § 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ

İDDİASI

Başvuran, yargılamanın uzunluğunun, AİHS’nin 6 § 1. maddesinden yer alan “makul süre” şartıyla bağdaşmadığını ileri sürerek şikayetçi olmuştur. Sözkonusu maddeye göre:

“Herkes, … medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, … konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, … görülmesini istemek hakkına sahiptir.”

A.Kabuledilebilirlik

AİHM, bu şikayetin, AİHS’nin 35 § 3. maddesi bağlamında temelsiz olmadığını not eder. Ayrıca, başka herhangi bir gerekçeden dolayı kabuledilmez olmadığını da not eder.

B.Esaslar

AİHM, ele alınacak sürenin 23 Ekim 1992 tarihinde başladığını ve Yargıtay’ın temyiz talebini reddettiği 16 Kasım 2000 tarihinde sona erdiğini not eder. Yargılama, üç yargı kademesinde yaklaşık olarak sekiz yıl sürmüştür.

Hükümet, birinci derece mahkemesinin, taraflarca sunulmuş olan tüm kanıtları incelemesi gerektiğinden, davanın, karmaşık bir yapısının olduğunu ileri sürmüştür.

Başvuranın talebi üzerine, mahkeme, Adalet Bakanlığı’ndan, Almanya’da yaşayan bazı tanıklardan yeminli ifade alınmasını talep etmiştir. İfadelerin alınmasının ardından, mahkeme bunların Türkçeye çevrilmesi talimatını vermiştir. Ayrıca, başvuran, sekiz duruşmaya katılmadığından dolayı, sözkonusu yargılamanın süresinin uzamasına sebep olmuştur.

Dolayısıyla, Hükümet, yargı mercilerine yüklenebilecek hiçbir gecikmenin olmadığı sonucuna varmıştır.

AİHM, yargılamanın uzunluğunun makuliyetinin, dava şartları ışığında ve şu ölçütler dikkate alınarak yapılması gerektiğini tekrarlar: davanın karmaşıklığı, başvuranın ve ilgili makamların tutumu ve ihtilafta başvuranın karşı karşıya olduğu riskler (bkz. Frydlender – Fransa [BD], no. 30979/96).

Yetkililerin tutumuna gelince, AİHM, birinci derece mahkemesinde yürütülen yargılamada ciddi bir gecikme olduğunu gözlemler. Bu bağlamda, birinci derece mahkemesinin davayı karara bağlamasının altı yıldan fazla sürdüğüne işaret eder. Bu süre içinde, mahkeme yetkililerden bilgi talep etmiş ve gelecek yanıtları beklemek için duruşmaları ertelemiştir. Yetkililer, davaya gereken itinayı göstermemiş, ilgilenmemiş ve ciddi bir gecikmeye sebep olmuşlardır. AİHM’ye göre, bir yargı kademesinde altı yıl, karmaşıklığa ilişkin mülahazalarla haklı çıkarılamayacak olan, haddinden uzun bir süredir.

Dolayısıyla, AİHM, sorumlu Hükümet tarafından bu gecikmelere ilişkin hiçbir ikna edici gerekçe sunulmadığı kanısındadır.

Konuyla ilgili içtihadını dikkate alarak, AİHM, bu davada işlemlerin uzunluğunun haddinden fazla olduğu ve “makul süre” şartı ile bağdaşmadığı kanısındadır.

Dolayısıyla, 6 § 1. madde ihlal edilmiştir.

II.AİHS’NİN 13. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ

İDDİASI

Başvuran ayrıca, iç hukukta, sözkonusu hukuki yargılamanın aşırı uzunluğuna itiraz edebileceği hiçbir etkili hukuk yolu bulunmadığını ileri sürerek şikayetçi olmuştur. AİHS’nin

13. maddesine atıfta bulunmuştur:

“Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi görev yapan kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmış da olsa,ulusal bir makama etkili bir başvuru yapabilme hakkına sahiptir.”

A.Kabuledilebilirlik

Hükümet, başvuranın maddi tazminat talebiyle dava açmasının, hukuki bir ihtilaftan kaynaklandığını belirtmiştir. Ancak, başvuranın davası, ulusal mahkemeler tarafından reddedilmiştir. Hükümet, 13. maddenin maksatları bağlamında bir hukuk yolunun etkili olmasının, başvuranın için olumlu bir sonuç getirmesinin kesin olmadığını ifade etmiştir.

AİHM, bu itirazın, şikayetlerin esaslarının incelenmesiyle yakından ilgili olduğunu not eder, dolayısıyla bu hususu esaslarla birleştirecektir.

B.Esaslar

AİHM, AİHS’nin 13. maddesinin, 6 § 1. maddede yer alan, davanın makul bir süre içinde görülmesi şartının ihlal edildiği iddiası kapsamında ulusal bir merci huzurunda etkili bir hukuk yolunu teminat altına aldığını gözlemler.

13. maddenin maksatları bağlamında, her davada başvuranın iç hukukta faydalanmasına açık olan yöntemlerin, iddia edilen bir ihlali ya da devam etmesini engellemesi veya halihazırda meydana gelmiş herhangi bir ihlal için yeterli tazmin sunması anlamında “etkili” olup olmadığının belirlenmesi gereklidir (bkz. Kulda – Polonya [BD], no. 30210/96). Dolayısıyla 13. madde, bir alternatif ortaya koymaktadır: bir hukuk yolu, davaya bakan mahkemelerce verilen bir kararı hızlandırmak ya da davacılara halihazırda meydana gelmiş olan gecikmeler için yeterli tazmin sağlamak için kullanılırsa “etkili”dir (bkz. Hartman – Çek Cumhuriyet, no. 53341/99). AİHM, Türk hukuk sisteminin, yargılamayı hızlandırmak veya halihazırda meydana gelmiş olan gecikmelerin tazmini için davacılara yeterli tazmin sunmak bağlamında hiçbir hukuk yolu sunmadığını gözlemler. Bu davada, başvuranın, birinci derece mahkemesine yargılamayı hızlandırması için, başka bir makama üst yetkisi kullanmasını talep edebileceği hiçbir bireysel hakkı bulunmamaktaydı (bkz. yukarıda anılan Hartman).

Dolayısıyla, AİHM, Türk hukukunun, başvuranın yargılamanın uzunluğuna itiraz edebileceği bir hukuk yolu sunmadığı sonucuna varmıştır.

Dolayısıyla, 13. madde ihlal edilmiştir.

III. DİĞER AİHS İHLALLERİİDDİALARI

Başvuran, AİHS’nin 17. maddesi ve 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamında, yerel mahkemelerin, haklarını istismar ettiğini ve talep ettiği meblağın kendisine ödenmesini haksız olarak reddettiğini ileri sürerek şikayetçi olmuştur. Ayrıca, 7 no’lu protokol’ün 5. maddesi kapsamında, yerel mahkemelerin kararlarının, eşler arasında eşitlik hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir.

Hükümet, başvuranın AİHS’nin 17. maddesi ve 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamındaki şikayetlerinin, AİHS’nin 6. ve 13. maddeleri kapsamındaki şikayetleri dışında bir husus ortaya koymadığını öne sürerek itiraz etmiştir. Hükümet ayrıca, Türkiye’nin 7 no’u Protokolü henüz onaylamadığını ve bu sebeple başvuranın bu başlık altındaki şikayetinin kabuledilmez ilan edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Başvuranın AİHS’nin 17.maddesi kapsamındaki şikayetine gelince,AİHM,başvuranın, iddiasını kanıtlayamadığı ve AİHS’nin 17. maddesi ihlaline ilişkin savunulabilir bir iddianın temelini oluşturamadığını tekrarlar.

Başvuranın 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi bağlamındaki şikayetiyle ilgili olarak, AİHM, ancak bu gelir kazanılmış ise veya onunla ilgili icrayla alınması mümkün bir borç sözkonusu ise, gelecekte elde edilecek olan gelirin “mal” teşkil edebileceğini tekrarlar (Ian Edgar (Liverpool) Ltd. – İngiltere, no. 37683/97, Alfredo Casotti ve Diğerleri – İtalya, no. 24877/94, Storksen – Norveç, no. 19819/92). Başvuran tarafından sunulmuş olan kanıt ve belgeleri dikkate alarak, AİHM, başvuranın 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamında bir “malı”nın olmadığını, zira talep ettiği meblağın kendisine ödenmediğini gözlemler.

Yukarıdaki mülahazalar ışığında, AİHM, AİHS’nin 17. maddesi ve 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamındaki şikayetlerin temelsiz olduğunu ve AİHS’nin 35 §§ 3. ve

4. maddeleri uyarınca reddedilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.

Başvuranın 7 no’lu Protokol kapsamındaki şikayetlerine ilişkin olarak, AİHM, Türkiye’nin bu protokolü onaylamadığını not eder. Buna göre, başvuranın şikayeti 35 § 3. maddenin anlamı bağlamında AİHS hükümleriyle ratione personae uyumlu değildir ve 35 §

4. madde bağlamında reddedilmesi gereklidir.

IV.AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

AİHS’nin 41. maddesine göre:

“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili

Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”

A.Tazminat

Başvuran, 200.000 Alman Markı (102.258 Euro) maddi tazminat talep etmiştir.

Ayrıca, toplam 20.000 Euro manevi tazminat talep etmiştir.

Hükümet, bu taleplere itiraz etmiştir.

AİHM, tespit edilen ihlalle AİHM huzurunda iddia edilen maddi zarar arasında hiçbir sebep sonuç bağının bulunmadığı kanısındadır. Ancak, AİHM, başvuranın manevi zarara uğramış olması gerektiği kanısındadır. Dava şartlarını ve içtihadını dikkate alarak, AİHM, başvurana bu başlık altında 3.400 Euro ödenmesine karar vermiştir.

B.Mahkeme masrafları

Başvuran ayrıca, yerel mahkemeler ve AİHM’deki masraflar için 10.000 Euro talep etmiştir.

Hükümet, bu talebe de itiraz etmiştir.

Elindeki belgeler temelinde ve başvuran tarafından sunulmuş olan iddiaların ayrıntılarını dikkate alarak, AİHM, başvurana mahkeme masrafları için 1.000 Euro ödenmesine karar vermiştir.

C.Gecikme faizi

AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar vermiştir

YUKARIDAKİ GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM OYBİRLİĞİYLE,

1.Yargılamanın uzunluğu ve bir yerel merci önünde etkili bir hukuk yolunun bulunmamasına ilişkin şikayetlerin kabuledilebilir, başvurunun kalan kısmının kabuledilmez olduğuna;

2.AİHS’nin 6 § 1. maddesinin ihlal edildiğine;

3. AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine;

4.(a)Sorumlu Devlet’in, AİHS’nin 44 § 2. maddesi uyarınca kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, başvurana, ödeme tarihinde geçerli olan kur üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilmek üzere

(i)3.400 Euro (üç bin dört yüz Euro) manevi tazminat;

(ii)mahkeme masrafları için 1000 Euro (bin Euro);

(iii)yukarıdaki meblağlara uygulanabilecek her türlü vergiyi ödemesine;

(b) yukarıda anılan üç aylık sürenin aşılmasından ödeme gününe kadar geçen süre için Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın gecikme faizi olarak uygulanmasına;

5. Başvuranın adil tazmin talebinin kalan kısmının reddine

KARAR VERMİŞTİR.

İngilizce hazırlanmış, Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77 §§ 2. ve 3. maddeleri uyarınca 13 Temmuz 2006 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.

Vincent BERGER Bostjan ZUPANCIC Yazı İşleri Müdürü Başkan

 

Benzer Yazılar:

Yorum yapın